Kimseye söylemezdi derdini
Öksüz büyümüş çoban Mehmet
Analık elinde
Ana sevgisine hasret
Doyasıya ana diyememiş
Bir lokma ekmeğe muhtaç
Mektep medrese görmemiş
Okuma yok, yazma yok
Hep ezikliğini çekmiş cahilliğin
Şu karşı tepede çay içmiştik
Hayallerinden söz ederdi hep
Yokluk, yoksulluk
Olmadı işte
Hep hayâl olarak kaldı.
Gün biter, karanlık çökerdi
Sürü yatardı
Bir tütün sarardı .
Derin derin çekerdi
Sorardım söylemezdi
Üstelesem kızardı
Yok bir şey derdi
Bir tütün sarardı
Çoban Mehmet
Basar bağrına yokluğu yoksulluğu
Küserdi hayata
Taaa uzaklara bakardı
Dolardı gözleri
Boğazına düğümlenirdi bir şeyler
Konuşurken sesi kısılırdı
Alır sürüsünü çıkar giderdi dağlara
Kuru bir yaprak gibi savrulurdu
O tepe senin bu tepe benim
En çok çoban parçası sözüne kızardı
Hep içine atardı
Hep boynu bükük kırgın
Anadan doğma yorgun
Sen bir çobansın Mehmet
Senin hayallerin yok
Anadan atadan kalmamış
Mal yok, mülk yok
Kızardı hep
Kim yazdı bu kaderi
Ama hiç lanet okumazdı
Her akşam batan güneşe bakardı
Derinden bir iç çekerdi
Sırtını döner sessizce ağlardı
Bilirdim , görürdüm , susardım
Ben üzülmeyeyim diye saklardı hep
Herkes sıcak yuvasına
Sen dağlara çoban Mehmet
Uçan kuşları düşün,
Kurdu kuzuyu
Boş ver hayâl kurmayı
Hayal senin neyine Mehmet
Onlar yuvasına sen dağlara
Mademki kara bahtın
Kel talihin çobanlık
Nasıl yaşadığın ne yediğin içtiğin
Önemli değil
Sen çan seslerini dinle
Vur kendini dağlara
Tek dostun dağlara anlat derdini
Anlat uzun uzun.
Seni tek dağlar dinler
Şehir görmemiş gün görmemiş
Rahat nedir bilmemiş
İtilmiş kakılmış
Hor görülmüş garibim
Taşkale yaylasında
Gönlünü dağlara kaptırmış
Toza dumana karışmış
Saçı kara , kaşı kara
Bahtı kara , fukara
Bir varmış, bir yokmuş
Bir garip geldi geçti
Sessizce geldi
Sessizce gitti bu dünyadan
Mehmedim Mehmedim
Daşgafa Mehmet ‘im
Seni çok özledim